Sisdağı Yolculuğumuz
Yaz tatili
için geldiğimiz memleketimizde ramazan öncesi çevre yaylaları gezelim istedik.
Beş kişilik bir grupla önce sahilden Tirebolu, Görele, Eynesil üzerinden
Beşikdüzü’ne oradan da Şalpazarı üzerinden Sis Dağı Yaylasına çıktık. Yaylaya
çıkarken Şalpazarı’nda uzun süre köyümüzde öğretmenlik yapan Nazmi Bektaş
hocayı da ziyaret ettik. Kardeşlerim Mehmet ve Ekrem’in öğretmenliğini yapan ve
onlara boncuk lakabını takan Nazmi Hocayla ilk tanışmam oldu. Ben öğrenci olarak
İstanbul’da bulunduğumdan ancak yaz tatiline gelebiliyordum, köye. O tarihlerde
de o kendi memleketine dönmüş oluyordu. Nazmi hoca ve değerli hanımı bizi
konduracak yer bulamadı, nerdeyse. Sağ olsunlar biz kahvaltımızı yapıp çıkmış
olmamıza rağmen onlar bizi memnun etmek için ellerinden geleni yaptılar.
Öğretmenler karşı her zaman saygımı muhafaza etmiş biri olarak ellerinden
öpmeyi ihmal etmedim. Gerçekten de öğretmenlerimize maalesef gereken ilgiyi ve saygıyı
göstermekte ihmalkâr davranıyoruz.
Yolcu yolunda
gerek diyerek Sis Dağı’na doğru tekrar yola koyulduk. Görünen o ki Trabzon
yaylarının yollarını da en üst seviyeye çıkarmayı bilmiş. Ayağımız taşa
takılmadan kıran düzü denilen yere kadar geldik. Kırandüzünde yol ikiye
ayrılıyor. Sağa devam ederseniz Sisdağı'na sola devam ederseniz Erikbeli ve Kadırga
Yaylasına gidiyorsunuz. Biz önce sis dağına gitmeyi uygun bulduk. Biraz devam
edince önümüzde binlerce evden oluşan yaylaya ulaştık.
Sisdağı Yaylası
Giresun ve Trabzonluların ortaklaşa kullandığı bir yayla. Yıllarca yan yana
yaşamış insanlar bu büyük yaylayı kardeşçe kullanmayı bilmiş. Özellikle Giresun’un
Görele ve Eynesil ilçelerinden gelen yaylacılar ile Trabzon’un Beşikdüzü ve
yeni ilçelerden Şalpazarlılar binlerce ev yaparak yayladan çok yazlık bir şehir
oluşturmayı başarmışlar. Yayla camisi, sağlık ocağı ve işyerleri ile küçük bir
şehir gibi işlev görmeye başlamış. Orada öğrendiğimiz kadarıyla özellikle Ramazan’da
şehirliler özelikle akşamları gelip iftarını yaylada yapıp, teravihi de kılıp
memleketlerine geri dönüyorlarmış. Sis dağını öbür ucuna kadar gittik. Ancak
yine de bitiremedik. Ancak güneşe rağmen denizden gelen sis ayaklarımızın
altında güzel bir manzara oluşturarak bize sis dağına geldiğimizi hatırlattı.
Yayla içinde
gezinirken gördüğümüz yeni bir cami inşaatına rastladık. Kolay gelsin diyerek
devam ettik. Biraz gittiğimizde öğlen vaktinin girdiğini tespit ederek önümüze
gelen bir camide namazı kılmaya karar verdik. Öyle ya daha nerede duracağımız
belli olmazdı. Namazı kıldıktan sonra beraber gezdiğimiz arkadaşımız kazağını
durakladığımız bir yerde unuttuğunu söyleyince geri dönmek zorunda kaldık.
Dönüşte tekrar o cami inşaatının önünden geçerken cami için tasadduk
yapmadığımızı hatırlayarak bir miktar yardım yaptık. Demek kazağı arkadaşımız
unutmamış, ona unutturulmuş diyerek bu işin bizim dışımızda geliştiğini
düşündük.
Geldiğimiz
yerden tekrar geriye dönerek yol ayrımına geldik. Kırandüzü denilen yerden
Erikbeli ve Kadırga Yaylası istikametinden Kürtün’e inerek dönmeyi
düşündüğümüzden buraya doğru yöneldik. Yollar oldukça güzel hava ise yayla
serinliğindeydi. Bu serin havaya aldanmamak gerek. Güneş gören sağ kolum
Antalya’da deniz kenarında yanmış gibi olmuş ben ise fark edememişim. Yüzüm de
kolumdan geri kalmamış, zaten buğday renkli olan derim iyice kararmıştı. Çamlar
arasında kâh Karadeniz Bölgesine özgü kızılağaç ve bodur meşe ağaçları
arasından geçerek Eğribel’e vardığımızda 100 yıl öncesinin hanlarını görmemiz
çok ilginç geldi bana. Bizim yayla yolumuzda Tepealan ve Galigen denilen o durak
yerlerinde eski hanlardan bir eser kalmamıştı. Öylesine harap olmuş ki ahşap
malzeme kalmamışken taşları bile nereye gitti belli değil. Oysa Erikbeli’nde
yüz yıllar öncesinden kalan ahşap binalar bugün hala işlevlerine bir şekilde
devam ediyorlar. Otel, kahvehane ve lokanta olarak bir şekilde devam eden bu
işlev insanı kendine hayran bırakıyor. İnsan normal aklıyla yağan onca kara
rağmen bu hanlar nasıl ayakta kalmış diye düşünmekten kendini alamıyor.