Tarihi Yayla Yolundan İzlenimler
Ertesi sabah yorgunluğumuzu atmış dingin bir şekilde günlük
güneşlik bir havaya uyandık. Kahvaltımızı hazırlayan Huriye Yenge elindeki
malzeme ile harikulade bir iş başarmıştı. Hiç te hazırlıklı gelmediğimiz
yaylada bulunanları yiyerek Allah’a şükrettik. Geldiğimizi duyan hemşerilerimiz ziyaretimize
geldiler. Biraz daha durmamızı söylediler ama bizim daha gidecek yolumuz vardı.
Teşekkür ederek gitmemiz gerektiğini söyledik onlara. Evin sağını solunu
toparlayarak Kazıkbeline doğru yola koyulduk. Yolların çok da düzgün olmadığı
geldiğimiz istikamete geri dönerek ya Böğürtlenlibük’ten
veya eski yayla yolundan gitmemiz söylendi.
Yola koyulduktan sonra Ketençukur
Obasında Huriye Yengenin abisi Hasbi’ye de bir selam vermeden geçmek
olmazdı. Arabası evinin önündeydi ve kendi de yayla da olmalıydı. Hep beraber
selam verdik ve bir çayını içerek tekrar yola koyulduk. Bu kere bir başka yoldan
Kütüklüyurt başından Bakacak’a
ulaştık. Yıllar önce babam sağ iken çocuklarla göz gözü görmeyen bir havada
geldiğimiz bu yol bana o günleri hatırlattı. Korkan kişi mezarlıktan geçerken
türkü söylermiş misali biz de kaybolmayalım diye seslerin geldiği her yöne yolu
sorarak bulmuştuk, obamızı.
Bakacak’a
vardığımızda hava günlük güneşlik ve her yer ta uzaklara kadar görülüyordu. Kâh
cam ağacı ile çevrilmiş obalar, kâh çıplak platolara kurulmuş obalar, rengârenk
çinko kaplamaların örttüğü evler ile dolmuştu. Ağaçbaşı geride kalmış, eski
yayla yolunu takip ederek yapılan yeni yol, hem orman idaresinin hem de özel
idarenin gayretleri ile kullanılır hale getirilmişti. Doğankent ilçesine bağlı köylülerin
oturduğu obaların yollarının belediye başkanı tarafından sık sık düzeltildiği
için daha düzgün olduğu komşularımız tarafından hatırlatılmıştı, çıkarken.
Yollar bana geçmişte yaptığımız yolculukları hatırlattı bana
"aha işte şurası Kurugöl"
dedi anam. Üvey olduğunu yıllar sonra öğrendiğim babaannem Göbelek Çakır’ı(Allah rahmet eylesin) ile yaptığımız yolculukta
satın aldığımız suda haşlanmış patates ne de tatlı gelmişti bana. Az
ilerimizden giden Cimideli Sıhhiye İmamoğlu Hasan ilahiler söyleyerek
gidiyordu. Ben de “söyle Hasan Amca söyle” diyerek dinlediğim bu nağmelerin
devamını istiyordum. İneklerin sırtına sardığımız birkaç parça eşya ile artık
güz gelmiş köye göçüyorduk. Her tepeyi aştığımızda bitecek sandığımız yollar
yeniden başlıyor ve bu durum biteviye devam ediyordu.
Yaylaya çıkarken iki günde geldiğimiz yollar dönerken yokuş
aşağı olması dolayısıyla genelde bir günde bitiyordu. Imıkyurt’tan
başlayan yolculuğumuz, Gökseki obasından,
Ay deresi başından, Sırgancık başına
oradan da Ağaçbaşına uzanıyordu. Burada başlayan ormanlık alan artık bir başka
tat ve kokuya bürünüyordu. Çam ağacı kokuları ve diğer ağaçların ortaya saçtığı
rayiha yolculuğa renk katıyordu. Cebimizde bulunan üç beş kuruşla bu yaylalarda
yaşayan çocukların topladıkları çam sakızından alarak sakız çiğnemenin tadını
ve hazzını alıyorduk. Daha sonra varılan Olucak
obalarında gürül gürül akan çeşmelerden içilen su ise hiçbir şeye değişilmezdi.
Çam ağaçları arasında devam edilen yolculukta varılan ilk konaklama yeri Tepealan’dı. Tepealan’da bulunan birkaç
han gelen giden yolcuların kâh konakladıkları kâh dinlendikleri yerlerdi.
Şimdiki gibi karayolu ve taşıt olmadığından yürüyerek veya at üstünde yapılan
yolculuklarda buralarda duraklama yapılması kaçınılmaz oluyordu. Para varsa
içilen birkaç bardak çaydan ve yanınızda bulunan azıklar yendikten sonra tekrar
yola düşmek farz oluyordu. Buralara gelindiğinde artık öğle geçmiş, vakit ikindiye yaklaşmış olurdu. Tepealan
geçildikten sonra bitki türü de değişmeye başlıyordu. Kızılağaç ve gürgen
ağaçları da çam ağaçları arasında görülmeye başlıyordu. Bizim avu dediğimiz,
Trabzonluların komar dedikleri bodur ağaç türü de büyük ağaçlardan arta kalan
yerleri doldurmaya yetiyordu.
Artık ikindi vakti saatlerinde gelinen yer Galigen'di. Galigen hem yaylaya çıkılırken hem de
yayladan gelirken konaklama yapılan önemli bir yerdi. Yaylaya gelirken çıkılan Eymür yokuşu buraya geldiğinde bir
başka iklimin başladığı yer oluyordu. Sabah başlayan yolculukta burada mutlaka
duraklama yapılır, azık olarak alınan ekmek, çökelek ve zeytin kahveden
ısmarlanan çaylarla yenirdi. Paranın az ve kıt olduğu o dönemlerde Eymür’den
alınan beyaz buğday ekmeği tek başına katıksız da yense kimsenin gıkı çıkmazdı.
Şimdi çocukların sofrada yetmiş çeşit yiyecekten “onu yemem bunu yemem”
demesine bakmayın siz, o dönemde sırf beyaz ekmek yemek bile ayrıcalıktı.
Çoğunun parası olmadığı için beyaz buğday ekmeği o zamanlar Amerikan yardımı
olarak getirilen undan yapılır ve okul çocuklarına bedava dağıtılırdı.
Şimdilerde hiç yemediğimiz teneke margarinler de bize Marshall yardımı olarak
dağıtılmış ve güzelim tereyağının yerine damak zevkimize kazandırılmıştı.
Galigen'de yapılan duraklama sonrası köye birkaç saatlik
yolumuz kalmış olurdu. Yokuş aşağı gelmenin verdiği rahatlıkla hızla tükenen
yollar bize bir asır gibi gelmesine rağmen akşamın karanlığı çökmeden köye
ulaşılırdı. Eymür'e indikten sonra karayolu boyunca devam eden yolculuğumuz
Zendin(Dokuzkonak)’den sonra köyümüze yani Kuzgun’a varırdık. Hiç unutmam köyün
görüldüğü burundan geçildiğinde rahmetli Emine
Halam sanki bizi gözetlermiş gibi bize çağırarak bir sürü meyvelerle
yolumuza gelirdi. O zamanlar daha bol sulu olan Harşit Deresi geçilerek köye
ulaşılırdı.
Bu yazımızda Kazıkbeline doğru gitmeyi hedeflerken geçmişe
uzanarak köye geri dönmüş olduk. İnşallah bir sonraki yazımızda Kazıkbeli’ne doğru
devam edeceğiz.