Adaletin bu mu dünya!..
Geçtiğimiz günlerde yazdığımız işyerlerinde risk
değerlendirmesi ile ilgili yazımızda işyerlerinin güvenliği kimlere emanet diye sormuştuk. Bu sorumuzun cevabını TV5
Televizyonunda yaptığımız.Arzihal Programında öğrenmiş olduk. Programa katılan
Çalışma ve Sosyal Güvelik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü Kasım
Özer bu konuda sorduğumuz soruya “her işveren kendi işyerine ait risk
değerlendirmesini yapacak” dedi. Artık içiniz rahat olsun, işyerinize varınca
kağıdı kalemi elinize alıp işyerinin ünvanını, adresini, ve iletişim
bilgilerini de yazdıktan sonra “işyerinde elektrik, su ve doğalgaz
tesisatlarını kontrol ettik. Çıplak kablo, su ve gaz kaçağı yoktur. Pencereler
sık sık açıp kapatılmaktadır; havalandırma problemi yoktur. Tabanda kaymayı
gerektirecek kayganlıkta döşeme yoktur; merdivenler kayacak nitelikte değildir”
deyip işveren ve çalışan temsilcisi ile birlikte imza altına alındı mı geriye
bir şey kalmayacaktır. Risk değerlendirmesi dediğimiz şey buymuş meğer.
Konu üzerine yazı yazan Sosyal Güvelik Uzmanı Ali Tezel,
2014 yılının 1 Temmuz’unda yaşanması muhtemel bir tartışmayı şimdiden haber
verdi. Daha önce de bazı yazarlar esasında konuya temas etmişlerdi. 1-9 işçi
çalıştıran tehlikeli ve çok tehlikeli işyerleri için işyeri hekimi ve iş
güvenliği hizmeti ücretleri bakanlık tarafından ödenirken; az tehlikeli işyeri
için bu ücretler işverenden çıkacakmış. Oh ne ala memleket. Tehlikeli işyerleri
için hizmet ücretini devlet ödesin, daha az masraf çıkaracak yerler için de işverene
kendin ödeyeceksin de. Tam tersi olmalı değil mi sizce; yoksa ben mi
yanılıyorum. Veya ödeyecekse hepsini devlet ödemeli değil mi?
Ayrıca yine bu yazıdan öğreniyoruz ki işyeri hekimleri az
tehlikeli işyerlerine üç yılda bir, iş güvenliği uzmanları da yılda bir
uğrayacakmış. Bununla ne halledilecek ben bir şey anlamadım; anlayan varsa bana
da anlatsın. Bunun yerine az tehlikeli işyerlerinde risk değerlendirmesi her
yıl yeniden yapılır demek veya muaf tutmak daha uygun değil mi? Bizim işlerimiz
hep böyle ya herro ya merro…
Beklenen af çıktı!
Geçtiğimiz günlerde kamuoyunu uzun süre meşgul eden sosyal
güvenlik kanununda birtakım değişiklikler içeren yasa taslağı kanunlaştı.
Cumhurbaşkanının onayından sonra Resmi Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe girecek.
Çok önemli konular yanında bazı cinlikler de yapılmadı değil, kanun
çıkarılırken. Milletvekilleri her tasarı meclise geldiğinde kendileri için bir
şeyler koparmayı marifet sanıyor. Sanıyor ki burada da bunu gösterdiler. Emekli
olan milletvekilleri açısından bir gün bile beklemeden kendilerine
milletvekillerine özel kıyak emeklilik hakkında yararlanmayı tasarıya
eklediler. Bunun yanında kendileri için fiili hizmet zammını da ihmal
etmediler. Hem de hem hizmete ilave hem de yaşı küçülterek. Bir de kamuoyunda
ses çıkmasın diye gazetecilerin ağzına bir parmak bal sürmeyi ihmal etmediler.
Gazetenin matbaasında her türlü kimyasal etkiye maruz emekçiler dururken
gazetecilere fiili hizmet zammı verdiler. Verdiler de ne oldu. Gazeteciler, primleri
cebinden ödeyeceklerini anlayana kadar kanun meclisten geçti bile.
Ancak hakkını yememek gerek, meclisin. Öğrenciler liseyi
bitirip üniversite kaydını yaptırana kadar geçecek sürede artık genel sağlık
sigortası primi ödemeyecekler. Zaten böyle olması gerekiyordu. Aksi halde
milyonlarca genç sosyal yardımlaşma vakfı ve sosyal güvenlik merkezi
kapılarında kuyruklar oluşturacaktı. Birçoğu da bunu zamanında yaptırmadığı
için lüzumsuz yere binlerce lira prim ödemek zorunda kalacaktı.
Yine bu kanunla işyerinin tehlike derecesine göre alınan iş
kazası ve meslek hastalığı primi % 2 olarak tespit edildi. Oysa eski oran
işyerinin tehlike derecesine göre % 1 ile % 6,5 arasında değişiyordu. Bu
oranlar hakkaniyete de uygundu. Oranlar sabitlendiği için mali müşavirlik ofisi
ile inşaat veya kimya işkolu aynı oranda prim ödeyecek. Hem de inşaat veya
kimya işkolunun iş sağlığı ve güvenliği ücretini devlet ödeyecek. Adaletin a’sı
nereye gitti acaba?..